ama onlara kızmamak lazım,
bazıları loser doğmuş ,
bazıları da bir yolunu bulup loser olmuş...
bazen uzlaşmak, bazen zıtlaşmak. tutmak, tutunmak, ya da sadece bırakmak... dinlemek; gözlerini kapatıp tüm varlığınla, ya da gözlerinin ucuyla baktığın adımlarda tıkırtılarla... yazmak: her biri benzersiz apayrı hikayeler, bazen bakışlarla, bazen tutuşlarla, bazen de susuşlarla... anlatmak: kelimelerin öksüz kaldığı zamanlarda konuşarak, ama en çok da o anlarda susarak...


tam olarak nasıl oldu hatırlamıyorum ama, bu haftasonu baytar kardeşimle, izmir kazan biz kepçe dolaşırken, muhtemelen de tam da vapurda sefa sürerken, vahiy oldu bana bu his. elimi uzatsam o ulaşılamaz gökyüzüne değebilirmişim gibi geldi. uzattım elimi, kimine göre boşluğa bana göre gökyüzü'ne: ve değdim! elime biraz mavi renk bulaştı, biraz da parlak beyaz, çok sevdim bunu ama kimselere belli etmedim. ne gerek var sonra onlar da gökyüzüne dokunmaya kalkarlar, renklerini karıştırır olmadık yerleri maviyle beyaza boyarlar...
geo dergisinin hangi aydan kalma olduğunu bilmediğim, diş sağlığı merkezinin bekleme salonundaki sayısında (höh ne açıklama ama:) okuduğuma göre, biz insanoğlunun her 8 dk'da bir söylemekten çekinmediği yalanlar zekayı geliştiriyormuş! entrikayı kuran da, onu çözmek için kafa yoran da beyninin kıvrımlarına kıvrım katıyormuş. kesinlikle katılıyorum, bir yalanı yaratmak , onu kurgulamak, onun sonuçlarını örtpas etmek için yeni yalanlar yaratmak gerçekten de fazlaca mesai gerektiren şeyler, ciddi tecrübe ve profesyonellik istiyor. sırf bu yüzden ben bu kadar fazla doğru söylüyorum, çünkü kolayıma geliyor, ha bu arada zekâm nasıl mı gelişiyor, tabii ki diğerlerinin yalanlarının üstünde csi'cılık oynarken... 
...elindeki ters hayat meşalesi ölümü, başını dayadığı çiçek haresiyse ölümden sonra yaşamı simgeliyor.