21 Ağustos 2011 Pazar

don't lose the spirit

Başımıza birşeyler geliyor ya da biz bir yerlere geliyoruz, gün geçiyor, hayat değişiyor, biz değişiyoruz.

Heyecan veren, bizi mutlu kılan şeyleri zaten yapmış olmak; yeni ve farklı şeylere heves etmekten, ugruna çaba harcamaktan alıkoyuyor bazen bizi.

Dün o ince çizgide durup, Edinburgh kalesi önünde boş tattoo tribunlere baktıp ve bütün yolu geri yürüyüp bilet peşine düşmekle (ki websiteleri günlerdir soldout), dolaşmaya devam edip yorulunca trenime binip evime dönmek arasında kaldım. Halbuki ne kadar saçmaydı, vaktim var, imkanım var neden denemeyeyim şansımı?

İşte böyle böyle yaşlanıyor insan, ne zaman ki heveslerinde vazgeçmeye yelteniyor, biraz daha settle oluyor, hayat bütün sıkıcılığıyla üstün gelmeye başlıyor.

Ben geri dönmeyi seçtim, aradım ve tek kalan bileti bulup aldım. Tüylerim ürpererek, yağan yağmura aldırmadan oturdum izledim ve şehirden farklı bir mutlulukla ayrıldım.

Siz de bugün bir durup düşünün ve sizi mutlu edecek şeyler için yorulmaktan vazgeçmeyin.