17 Kasım 2010 Çarşamba

737-400

Merhaba,
Acil çıkış önünde oturuyorsunuz, (evet aslında ben acil çıkışın bir önüne check-in yapmıştım ama uçak değişmiş) herhangi bir acil durumda bu kapıyı açıp yolcuları tahliye etmekle sorumlusunuz. (tabi ki benden başkası başaramaz bu zor görevi zaten ) Daha önce bir çok kez acil çıkışta oturmuşsunuzdur eminim (boyuma bakıp mı bu kadar emin oluyor acaba) ancak hatırlatmak isterim; bu kapı otomatik değil ve 20-25 kg civarında (hmm işte bu sorun olabilir). Açmak için kolu çekmek ve kapağı dışarı fırlatmak zorundasınız.(fırlatırken motora dikkat etmem gerekiyor mu acaba sonra tazminat ödetmesinler!)
dipnot: foto 737-800'e ait

31 Ağustos 2010 Salı

coming next

bu kadar suskunluğun ardından sanırım yakında sahalara dönüyorum :)
nadide ülkemin "mikemmel" sağlık sistemi ve House MD'nin eğitim hastanesi arasindaki 7 benzerliğe aldanıp, tıbbı kayıtlarını çekmeceden çıkarıp aile hekimliğine gidişimizin hikayesinden; mezun olmuş iş ararken neden ve nasıl konuşurken sağ üst köşeye bakmak gibi mülakat tekniklerine başvurmadığıma kadar...

hava sıcak, insanız eriyoruz; yanmış ve soyuluyorsan siyah giymemek lazım ;)

14 Haziran 2010 Pazartesi

I'd probably do nothing to stop it!

bu bir ipleri salınmış düşünceler yazısıdır.

hayatın almış başını gidiyor oluşu ve spontanlığı... şu an tam bir dejavu yaşıyorum. sanırım bu entry'i daha önce de yazdım ama dönüp bakmayacağım emin olmak için... nerede kalmıştım :)

öğrenciliği seviyorum, kampüsü ve öğle aralarını; yurdışından gelen hocaların ilk haftalardaki derslerini ve yurt ortamını... temiz ve nemsiz odamı büyük banyom ve etrafına eşya doldurabildiğim lavabomu; gece 12'de çalışan su fıskiyelerini ve daha birçoğunu... yok ama şuan phd yapamicam, özlemeye razıyım.

türkçe karakter kullanmaya da bayılıyorum... ğüişçıö

"hayatınız bir film olsa izlenmeye değer miydi?" sloganlı bi sinema reklamı sonrası yanındakine bakıp gülümseyip "e evet" demek inanılmaz bir duygu :)

ve tüketmekten mutlu olmanın ne kadar acınası bir durum olduğunu bu kadar erken farkedip, tekrar birşeyler üretmek için avuçlarının kaşınıyor olması : this is how to keep being alice.

evet, guetta'nın albümünü aldım! :)

aaa bii de bu arada saçlarımı kestirdim, resmen kafamın yarısı gitmişti o sıkıcı kuaför koltuğundan aşağı baktığımda. zayıflamış olabilirm o derece :)

23 Mayıs 2010 Pazar

how to become

Mesela küçükken öncelikle erkek sonra da futbolcu olmak istiyordum! Benim mahallemde çamurdan çömlek, annesinin artık kumaşlarından barbilerine etek yapacak; ipi ayak bileğinden koltukaltına kadar kademe kademe yükseltip, "al bu birleer, bu beşler, bu da altılar" diye ip sekecek kız çocuğu yoktu, ben ne yapayım. Onun yerine el öptürmece, yakan top, yedi kremit oynayacak bilimum erkek çocuu vardı ben de onlarla takıldım.
En büyük hayalim gol atıp dizleri üstünde, kaleye 30 derece açı yapacak şekilde açık tribün taraftarına doğru, eller havada yumruk, kayarak sevinç gösterisi yapmaktı. Muhtemelen bir japon çizgifilinden kalma olan o sahne hâlâ gözümün önüne gelir.

Şimdi de mesela bilimum eğlence sektörü işinde çalışmak istiyorum. Sound-check'ci olsam, ya da şöle büyük bi gece klubüne bartender olsam, hiç değilse gurme yorumcular geldiğinde strese giren fransız restoranı şefi olsam, wagamama'da servis elemanı olsam, da olsam... Ha bi de dijiy olmak isterdim, ama bence de: "yok artık lebron james!"

Şimdi çikolata atölyesine gidiyorum, ne de olsa sabancı baharı ;) Şarkı şirketten, afiyet olsun!


19 Mayıs 2010 Çarşamba

bu ne ileri görüşlülüktür böyle!

Bence ingilizceyi yeni öğrenen çocuklara "home" ile "house" farkını kimse yeterince açıklamıyor. Misal ben, eğer evin amerikada ve müstakilse adı "house" olur, yok değil başka bi 3. dünya ülkesindeysen ve ingilizceyi yabancı bi dil olarak öğrenen apartman mahkumuysam "home" olur sanıyordum. Sonra da ikileme düşüyordum, peki neden filmlerdeki bahçeli evlerin kapısında "home, home sweet home" yazıyor diye.

Çocukluğumun kabusu olmuş bu durum şimdi farklı bir şekilde içimi hacimsel değişimlere mağruz bırakmakta (bkz:daralmak). Nitekim "home" diyiciğim "sweet" bi kat'ım olur mu, tavan arasına da razıyım hani ama kot altı giriş olmasın derdine düştüm; hem de daha henüz nerede, ne zaman ve hangi hallerde yaşayacağımı bilmeden, üstelik önümüzdeki iki ayın oda ücretini de yurda çoktaan ödemiş olmama ve okulumun da bitmemesine rağmen :)

Yine de mümkünse şöle bol camlı bi ev rica ediyorum karma'dan.

13 Mayıs 2010 Perşembe

once

insan kendini anlatan şarkıları pek sık bulamaz, buldu mu da kolay kolay bırakamaz. ninni niyetine gelsin kulaklarımızın pası silinsin.

29 Nisan 2010 Perşembe

film izler gibi yaşamak hayatı

Öyle bir hayatım var ki, uyuduğum uykuyu uyuduğuma, uyanıp da gözlerimi açtığımda inanamıyorum uzuncadır. Filmdeki* adamın pencereden sızan ışıkla, ama o güzel pussuz ışıkla, uyanışına iç çekerek imreniyorum. Karanlığa ve soğuğa, "daha şimdi yatmıştım uyudum mu ben ya" hissiyle uyanmak, hazırlanmak ve yanında ekstra ayakkabılarla çıkmak, işte bu benim yaptığım her sabah.
Bazen durup düşünüyor kızıyor sonra tekrar dalıyorum uykuma kamyon kasasında gidiyorum hissi veren shuttle'ın zor kapılmış ön sırasında... ve akşamları sadece gelmek ve hiçbirşey yapmadan uyuyacak olmak o kadar da koymuyor artık, kabulleniyor insan zamanla, alışıyor, her diğer şeyde olduğu gibi...

21 Nisan 2010 Çarşamba

feliz cumple!


alice, avon, pembe krampon, kettle, ütü, etliekmek, kenya, eyeliner, viyana, bülent ortaçgil, konser uykusu, bilog, kızlarağası, mükellef yer sofrası, moleskine LA, agora, bö, mumümmü, español, cesur yeni dünya, saw-adb qx9496...

geowyns & yazkızım

20 Nisan 2010 Salı

dünya genişleticiler*

Bazı insanlar ve olaylar var ki, büyük sandığım küçük dünyamın kapalı bir kutu olduğunu, dışarıdan bakan gözleriyle ve bunu anlatan sözleriyle pek güzel hatırlatıyor, dünyamı genişletiyor, ruhumu ferahlatıyorlar.

O insanlar, boşvermişliğim en derinlerinde dolanırken ben, öyle bir hızla geçiyorlar ki hayatımdan, sayelerinde ben de rüzgarlarına kapılıp yeni ufuklara yelken açıyorum.
*teşekkürler tusubasa.

15 Nisan 2010 Perşembe

jungle tango

Her kim ki, Türkiye'de ışıksız yaya geçidine adım atar, ölmeyi göze almıştır. her kim ki, tali yoldan gelenin beklemesi gerektiğini düşünür büyük yanılgıdadır. Türkiye'de insanlar metro istasyonlarında ısrarla yürüyen merdivenin solunu işgal eder, köprüde makas yapar ve kaldırımlara parkeder. Bütün bunlar tabii ki yeni ve şaşırtıcı şeyler değil ama tüm bu "jungle" durumunun istanbulun en derinlerine kadar işleyip dans salonlarına kadar uzandığını görmek üzücü.

sevgili beyler,
(farkındaysanız) bayanlar yüzünü size dönmüş, görmedikleri bir yöne, geriye doğru, sivri topuklarıyla uzun adımlar atmaktadır, eğer siz salon akışına uymaz, partnerinizin arkasını kollamaz, bi de utanmadan arkandakinin ayağına bastın tribi yaparsanız, olmazsınız.
üzgünüm.

8 Nisan 2010 Perşembe

there is something on my mind*

bir nakarat... ne olduğunu, nereden geldiğini, ne zamandan kaldığını bulamadığım... tek hatırladığım "when i" ile başladığı.
dedim bilse bilse bizim b.ö.ler(bkz1*2*) bilir... onlara tanıdık gelmedi şarkı ama bana bileni nerede bulacağımı söylediler ve sanal medyanın ne kadar güçlü ve vazgeçilemez olduğunu bir kez daha hatırlattılar.
teşekkürler ekşiduyuru!

17 Mart 2010 Çarşamba

acımasız gerçek 2

alice hanım duyargalı bir yaratıktır!
Reel anlamdaki duyargaları, halk arasında kahkül ya da perçem diye de adlandırılan, alın kısmındaki kısa kesilmiş saçları, rüzgara karşı koyamayıp havalandıkça duyarga görünümünü almakta gülünç durumlar yaratmaktadır.

Ama asıl büyük kusuru olan duyargalar beynindedir. çölleşen topraklara, boşa yanan ışığa, alışverişte naylon torba yerine bez çanta kullanmaya, geçitlerde yayalara yol vermeye, başı döndüğü için direğe yaslanmış tonton amcalara, aidsle savaşa, adelete ve adeletsizliğe, nükleere, sigaraya, toplumsal şiddete, aşırı avlanmaya, caretta carettalara, ve daha onlarcasına duyarlıdır.

15 Mart 2010 Pazartesi

I am just one person...



...and voting for earth!

"27 Mart 2010 Cumartesi günü 20:30-21:30 saatleri arasında gerçekleştirilecek olan Dünya Saati kampanyası bu sene 100'den fazla ülkede 1 milyar insana ulaşmayı hedefliyor.

Bireylerin, şirketlerin, belediyelerin, devlet kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının bir araya geleceği kampanya kapsamında bu sene Boğaziçi Köprüsünün güvenlik harici aydınlatmaları bir saatliğine kapanacak..."

siz de yapabilirsiniz!

özledim

otellerde kahvaltı etmeyi, beyaz spor ayakkabılarımı,
ve pembe çiçekli sırt çantamla gezmeyi,
bir de budapeşteyi.

12 Mart 2010 Cuma

alice hanımdan acımasız gerçekler

Ağzımda yaşanan zincirleme trafik kazası* ardından , acının ve uyuşturucuların da etkisiyle hakkımdaki acımasız gerçekleri açıklamaya karar verdim. Bu gerçekler, alişah hayranı olduğum, sabah kahvaltılarında işkembe çorbası içtiğim ya da kotlarımın içine yün don giydiğim... şeklinde olabilirdi lakin bunlar külliyen yalan!

işte gerçek 1!:
alice hanım lafı yapıştırır! :)
itina ile bilimum, pc ekranı, laptop klavyesi, kitap kapağı, kitaplık rafı, ranza başlığı vb mekana post-it ile hertürlü gerekli gereksiz, anlamlı anlamsız harf ve rakam öbekleri yapıştırılır.
Viva post-it :)

*6 aylık tedavi başlangıcı olarak
bir yirmilik, bir kist, bir kanal, 2 de dolgu tazeleme operasyonu
hem de aynı günde!?!

4 Mart 2010 Perşembe

why NOT UniCredit

*Masada karşınızda oturana elinizdeki kartı atmanız, eğer poker oynuyorsanız ve kazanan sizseniz çok cool olabilir; ancak o kart kartvizitinizse ayıptır, çirkindir.
*"Çok çalışıyoruz, gerekirse eve gitmeyiz, aynı kirli gömlekle bir sonraki gün çalışmaya devam ederiz" demek, övünülecek değil utanılacak birşeydir.
*Sudan ucuza çalıştıracağınız bir iş için, "kaldığın yer çok uzak, buraya avrupa yakasına taşın" demek yok artık devenin bale pabucudur.
*"xyz ile görüşeceğim randevum var" dediğimde, girişteki güvenlik "evet buyrun 5. kat" diyor, ofisteki danışma, "yanlış geldiniz burada öyle biri yok" diyorsa, bu ne lahana turşusudur.
*Gecenin 10buçuğunda aramak suretiyle illaha görüşmeye çağırıp, ne zaman uygunsunuz bile demeden saat verip, sonra da o saatte orada olduğunuzda "5 dk sonra işimiz var hemen bi cv'ni anlat" demek...

işte bütün bunlar ve daha fazlası, "neden UniCredit değil"dir. her zaman dediğim gibi: önce insan.

2 Mart 2010 Salı

don't you know that rome wasn't built in a day

Dersleri bitirip işe başlayacağım anı iple çektiğim şu günlerde, aldığım bir telefon bütün hayallerimi yerle bir etti. Tabii ki biliyordum kolay olmayacağını ama bu kadar zor olacağını da tahmin etmemiştim. Şimdi gelecek güzel günlerin hayaliyle acıya katlanmak ile, heran ölebileceğin gerçeğiyle hayatın tadına vararak yaşamak arasındayım.

28 Şubat 2010 Pazar

olfactory pleasurist

bugüne kadar sadece IQ ve EQ versiyonlarını bildiğimiz "Q"lara şimdi bir yenisi de magnum tarafından eklendi:
karşınızda PQ! (nam-ı diğer pleasure quotient :)

aslında bir dondurmadan ya da çikolatadan çok daha fazlası olan magnum, bunu "world's pleasure authority" sloganıyla pek güzel anlatmakla kalmamış, bir de işin bilimine el atmış.
testi şuradan yapabilir, PQ'nuzu ölçebilir ne kadar zevkinize düşkünsünüz görebilirsiniz. beni benden iyi tanıması resmen ağzımı açık bıraktı. 162 skorlu bir koku delisi çıktım: surprize, surprize!

galiba bu sonuç artık neden kokular konusunda bu kadar hassas olduğumu, yemekleri neden ağzımdan önce burnuma götürdüğümü, mekanları ve zamanları nasıl kokularına göre katagorize ettiğimi ve rafımda neden 9 tane parfüm şişesi durduğunu rahatça açıklar :))

ben de kendimi cleopatra sanardım bir zamanlar

Herkes aslında kendi bulunduğundan farklı bir çağda yaşamayı dilemiştir bugüne kadar hayatlarında heralde, hiç değilse bir kez. Ortaçağda aşklar, "ortaçağ aşkı" olduğu için; o büyük resmin içinde bir bütün olarak bu derece kıymetli, pahabiçilmez ve büyüktü. Belki de evrimleşmeye devam eden insan ırkının hormon seviyeleri de artık yüzyıllık değişimlere yenik düştü. Günümüzde aşk, likitidesi artmış, insanlararası borsalarda kolay bozdurulabilen bir değer artık. Hâlâ bir değer belki ama yapısı şekli şemali değişmiş, artık "günümüz aşkı" olmuştur.

*this post is a respond

soundtracks

James Horner, Hans Zimmer bunlar hep efsanevi adamlardır. Hafızalarda yer etmiş filmlerde en az castlar, yönetmenler ve senaristler kadar etkileri vardır. Müzik günün bir anını, filmin bir sahnesini, ya da insanın herhangi bir hissini daha da mânâlı kılar çoğu zaman. Kelimelerin ve görüntülerin yetmediği yerde sesler yetişir imdada... onun içindir ki bir Gladiator'ün "honour him"i, "now we are free"si ya da Bravehearth'ın "for the love of princess"ı bu kadar işler içimize...

21 Şubat 2010 Pazar

run to save

19 Şubat 2010 Cuma

ugly people makes world better

bu insanlar ne çok çekici, ne seksi ne de başka birşey. bu insanlar sadece duracell pilli sevimli ayılar, reklamdakilerden tek farkı enerjilerini müziğe yüklemiş olmaları ve bunu 7 cihana yaymaları. sabah sabah ritim tutmaya hevesliler için gelsin :
estelle ile guetta : one love
black eyed peas: i gotta feeling
*sansür madurları için day, nite

21 Ocak 2010 Perşembe

happy music for a sad world*


bu blog gayri ciddi kişiliğimin mutlu ve sevindirik bir yansımasıdır, ciddi kişiliğimin peşindekiler beni ofis ya da sınıf ortamında ziyaret edebilir, bilmediğim bir 532li numaradan arayıp esra hanımla görüşecektik diyebilir :))
hani gerekirse diye söylüyorum ve kestaneleri çok seviyorum.
yaşasın kış ! :)

4 Ocak 2010 Pazartesi

sihir



2 Ocak 2010 Cumartesi

Eywa ngahu 2009, kaltxì 2010 :) *

2010'a Pandora gezegenin akılalmaz güzellikteki dünyasının içinde başlamak, yapılacak en iyi şeylerden biriydi muhtemelen. izlemeyenlere spoiler olabileceği için zor da olsa kendime hakim oluyor ve çok fazla yazmıyorum. ama avatar kesinlikle görülmesi gereken bir film... elinize yağan Eywa spirit'lerin keyfini çıkarın.

home tree güzelliğinde olsun yeni yılımız.

sevgiler
ailenizin alice'i :)